16.4.10

Taslak

Yılmaz, baş eğmez bir noktada kanlar içinde kendimden geçmeden hemen evvel düşündüğüm tek şey bedenimi bir ara sokağa sürüklemek oluyor. Son bir gayret göstermek istiyorum. Yolun kenarında, çöp konteynerlerinin hemen dibinde ölüyor olmak beni öfkelendiriyor. Yaşamış olduğum hayatın anıları ile ölmek üzere olmak arasında bir yerlerde öfke nöbetine tutulmak; ne komik!

- Ko…öhhhöööö…öhöö…ko-mik..ama…demekkk..ki…böy-leeğğ..oluyorrh…

Algılarınızı acıya kapatabilirseniz zihin sizi anılara boğuyor. Düşünebildiğiniz için çok mutlu oluyorsunuz. Gözleriniz bir noktaya sabit, elleriniz asfalttaki kanınız üzerinde geziniyor, yutkunmak bu kadar tatlı geliyor iken aslında bambaşka şeyler düşünüyor insan. Mesela ben sağ kalçamdaki kocaman bıçak yarası yerine az önceki randevumu düşünüyorum. 1 saatimi ayırdığım kadınla vedalaşırken devasa bir aşağılık kompleksine girip kendimi karanlık odalarda uykuya teslim etmek istediğim geliyor aklıma. Sanırım şu an yaşadığım da buna benzer bir şey olacak. O kadar vazgeçişe yaklaşmışım ki, ağzımın kenarından sızan tükürük bile beni utandırmıyor. Elimi kanımda gezdiriyorum. Görmediğim için tüm sıvılar bir şu an. Su ya da kan fark etmez. Gözümle görsem bile dehşete düşmezdim belki. Kadının adı neydi? Elizabeth mi, Josephine mi?
“Önümüzdeki haftalarda çok yoğun olacağım, ben seni ararım olur mu?”

“Heyyy, telefonumu almadın..”

Evet, sanırım adı önemli değil.
Artık hiçbir şeyin önemi yok…
Ölmek; kendilerinden memnun olmayıp hayatları boyunca kaçmanın, kaybolmanın, özgürlüğün, her şeyden ve herkesten vazgeçişin, sıfırdan başlamanın hayalini kuranlar için biçilmiş kaftan. Bunu şimdi ölmek üzereyken daha iyi anlıyorum. Film şeridi diye bir şey yok! Ölürken aklınızdan geçen tek cümle var;
İşte bitti!

Hiç yorum yok: